15 Haziran 2006 Perşembe

baska turlu bir sey

jonathan safran foer'in extremely loud and incredibly close romanini okudum gecenlerde. neden bilmiyorum, fillerle ilgili bir deneyin anlatildigi kismin cok etkisinde kaldim.
filler zaten biliyorsunuz, hafizalariyla meshur. birbirlerinin sesini de kilometrelerce uzaktan duyup taniyabiliyorlarmis. surunun olen uyelerinin sesini kaydetmis olan biliminsanlari bir sure sonra bu sesleri tekrar fillere dinletmisler. fillerin sesin kaynagina yonelmesinden de sesi tanidiklari sonucunu cikarmislar.
sevdikleri ve artik onlarla olmayan birinin sesini duyan filler ne hissettiler acaba? kafalari mi karisti, umutlandilar mi, sevindiler mi? ben fil olup da boyle bir tecrube yasasaydim ne dusunurdum? bu deneyin bende uyandirdigi duygulari tarif edebilecegimi sanmiyorum. bilimsel olamayacak kadar huzunlu bir deney bence.
bir dahaki hayatimda dunyaya bir hayvan olarak gelmem gerekiyorsa fil olabilir miyim? penguen de olur.

3 Haziran 2006 Cumartesi

aristokrasi

karayip korsanlarinin ilkini seyrederken bir sey fark ettim. orlando bloom'un icinde oldugu gemi siyah inci'den kacarken, keira knightley'nin onerisiyle gemide hayati onem tasimayan her seyi atarak gemiyi hafifletmeye calisiyorlar. siyah inci arayi kapatinca da, barut ficilarini, gullelerini vs attiklari icin toplara catal bicak doldurup oyle atese veriyorlar.

bundan ne anliyoruz, dusmanin hayati tehlike arz ettigi durumlarda bile bir gemide catal bicak, baruttan gulleden daha onemlidir. korsan da olsa, ingiliz centilmeni dedin mi akan sular duruyor anasini satayim. adamin hayat felsefesi belli: elimle yemek yemektense olurum daha iyi, hih, pis proleteryalar sizi. ansante, si vuple, oruvuar.